23 Ağustos 2011 Salı

*Mevlana



Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın,Yoksa tutmayacak bir ele uzattığın için kendine mi kızgınsın?

Hz. Muhammed (sav)



Kalp ,Rüzgârın Kırda oraya buraya savurduğu Bir Tüy gibidir !

11 Ağustos 2011 Perşembe




olur da birgün


-o gün gelirse şâyet


-düşlerime kanat takıp uçacağım


özlemlerimin,


en çok hasret kaldığım yerlerine..



İlknur Karanfil

22 Temmuz 2011 Cuma

Bir yerlerde tıkanıp kaldıysa hayat,




Bir yerlerde tıkanıp kaldıysa hayat,soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;
Yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece,ölüme bir gün daha yaklaştığını zamanın bir nehir,
Kendisinin bir sal olup da,
O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Küçük şeylerle başlamalı belki;örneğin, bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten;
yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;
Sevgisiz, soysuz kalarak!Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda;
Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!Bir çocuğun ilk adımlarında umudu;bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi,mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;
Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için;kaçırmamalı!
Çünkü hiç düşmemişsen,el vermezsin kimseye kalkması için,hiç çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin;ağlamayı bilmiyorsan,neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini,ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın;hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın;hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin;Zaman bulabilsin;
Bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer;
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama herkesi sevemeyeceğini deher şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!

Can Dündar

22 Haziran 2011 Çarşamba



‎"Biz başka severdik. O yüzden 'başka' sevemedik.."



- Nazım Hikmet -

6 Haziran 2011 Pazartesi

Aşk Dilencisi



sen her gece köşe başında,paramparça urban;kirli ellerinle, bir dilim ekmek için avuç açan sefil insan. inan ki farkımız yok birbirimizden,...belki sen, hayat boyu dileneceksin; istedigin beş kuruşu biri vermez ise, başka bir diyardan bir ikincisini bekleyeceksin. lakin ben; hayatta bir defa dilendim. bir vefasızın aşkıydı, sevgisiydi derdim. öylesine açık, öylesine boş kaldı ki elim, yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.




-Victor Hugo //

11 Mayıs 2011 Çarşamba

AŞK



İranlı bir şair diyor ki:“AŞK’a uçarsan kanatların yanar...”






Bu söze cevaben Mevlana Hazretleri diyor ki:“AŞK’a uçmadıktan sonra kanat neye yarar...”






Ve Yunus Emre ekliyor:“AŞK'a vardıktan sonra kanadı kim arar...”

5 Mayıs 2011 Perşembe

Dinleti



''An''ıma düşen, kulağıma değen, içimde bir yere dokunan Farsça şiirin sözleri;

Saçlarını verme rüzgara, vermeyesin bade beni
Naz bünyan etme sakın,yıkmayasın bünyadım
İça mey herkez ile, içmeyeyim can kanını
Serkeş olma ta göklere, yükselmeye feryadım
Şehrimin şöhreti olma ki, kaçmayayım dağlara ben
Şirin'in şevkini gösterme, etme beni Ferhad'ın
Merhamet eyle bu miskin bana, tez yetiş feryada
Ki Asıf'ın eşiğinin toprağına varmasın feryadım
Senin cevrinden Hafız haşa yüz çevirmez
Ben senin tutsağın olduğumdan beridir azadım
İçme mey herkez ile, içmeyeyim can kanını
Serkeş olma ta göklere, yükselmeye feryadım
Beni tutsak eylemeye halkalama saçlarını
Savurma kakülünü rüzgara savrulmayayım
Yar el olma bana, gitmeyeyim kendimden
Yeme gayrın gamını, etme sevincimden
Yar yar
Yak yanaklarını ta kalmayayım gül yaprağına
Boy posunu uzat ki, azad olayım serviden
Her meclisin mumu olma,yakmayasın bizleri sen
Herkesi aklına getirme, gitmeyesin aklımdan
Zülfünü verme yele, vermeyesin bade beni
Naz bünyan etme sakın, yıkmayasın bünyadım

Şiir:Hafız
Çeviren:Haşim Hüsrevşahi
Bünyan etmek:bir binayı inşa etmek
Bünyad: temel



birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız . kim karar verebilir birbirine dokunan taş ve suhakkında, kimin kimi ayakta tuttuğuna, ve gününaslında kumdan, tuzdan ve ışıktan oluşmadığına? boşlukları doldurduğumuzda belirecek hayatın anlamı, taşı ve suyu doğru yorumladığımızda, biryarı öbür yarıyı anlayacak: olgunluk bize yabanmeyvesi gibidir; gevşek ağızlarımıza dokunan zehir! kim sana verdiklerimi, senden aldıklarımı çözebilir? birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız,hayalleri dik tutmak gerekir.

Alıntıdır

19 Nisan 2011 Salı

dinle...

Dünyanın en güzel ritmi, onun senin için çarpan kalbidir.


Bob Marley

29 Mart 2011 Salı

Söz, Mevlana' dan


Gönül öyle yol geçen hanı değil; Dergahtır..!

Öyle paldır küldür girip çıkılmaz; Günahtır.



Hz. Pir Mevlana Celaleddin Rumi

28 Mart 2011 Pazartesi

Bu Dünyada Yolcuyuz


Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti. Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü. Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu: “Neden hiç eşyanız yok?” dedi. “Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz .. onlar nerede?” Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence; “Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var yavrum” dedi. “Peki, senin eşyaların nerede?” Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu: “Ama görüyorsunuz ben yolcuyum.” Ünlü bilge, hak verircesine güldü: “Ben de öyle, yavrum” dedi.” Ben de öyle…


Alıntıdır.

22 Mart 2011 Salı

Bir Aşk Hikayesi



Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini... Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir... 'Aşk odu önce ma'şuka, andan âşıka düşer.' derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın... Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar.


Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet... Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün... İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.


Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap... Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar. Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane 'hakkal yakin' biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum... Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek...

İskender Pala