7 Nisan 2010 Çarşamba

Çatallı Yol Ağzı


Şaşırdım kaldım Derviş... Seyyah ruhlu aşkımı bohçama alıp çıktığım bu yolda, yürüdüm yıllarca.... Yıllarca yürüdüm. Kalbime bürünerek yürüdüğüm ve kalbimi ürküterek sürüdüğüm bu yol ağzında seni gördüm... Bu kördüğümü ben ördüm, gel de sen çöz Derviş... Adımlarım düğüm düğüm, yollarım hep çetrefil...
Çatallı bir yol ağzındayım şimdi... Sersefil... Göllerimi kuruttum, güllerimi kuruttum. Bambaşka bir gülizârdan gül-i rânâ sun bana... Bağımda güller dursun, güller uyusun bağrımda Derviş...

Çatallı yolağzında şaşırıp kaldım Derviş Söyle hangi patika güldağına gidermiş?

Bir yarım aklın kuyusunda, öbür yarım aşkın kuytusunda... Cennet ve cehennem arasında... Ucu sırattan geçen bir uçurum kenarında... Ârâfta... Ârâfın da arasında... Ar ve af yarasında mekik dokuyan kendimden utanıyor ve affını bekliyorum. Şaşırdım, kaldım Derviş... Bir yanım düşle büyüyen hayâl gibi büyülü, öbür yanım külle beslenen gerçek gibi ölümlü... Küllerimin son deminde bir Kaknûs diriliği sun bana... Yeşersin yeniden, yanan yüreğim... Yeşersin yeniden, yârân çiçeğim... Suyum sende, sende en kutlu umudum... Çöllerde yol gösteren bir Hüdhüd’ün de mi yok Derviş?..

Uçurum kenarında düşle-ölüm gerçeği .Ne zaman yeşerecek bu sahranın çiçeği?

Kurumuş gül gibi kaldım, ufalandım sahrâda... Çöllerde kavruldum ve savruldum zaman rüzgârıyla... Yıllardan ve yollardan sonra başımı dayadım o âşinâ başına. Göğsümde taşıdığım nişânenin adı aşk... Yaralı bir ceylan gibi âcizliğimin, yaralı bir küheylan gibi âsîliğimin adı aşk... Nişânem bir bıçak.... Aynaların karşısında son bulan ruhum oluk oluk sonsuzluk kuyusuna akacak... Kan kadar sıcak ve kanı donduracak bir kör bıçağın ucunda can çekişirken nefsim, nefesim buz tutmuş aynaları saracak... Aynalar içimdeki hazer intiharın tek şâhidi olacak... Kendimin cellâdı olmayı, nefsimin kâtili olmayı bildir bana ey Derviş...

Göğsümün ortasında aşk nişânesi bıçak .Buz tutmuş aynalarda kan tütüyor sımsıcak!

Alnımdan kan akıyor damlalar bir can gibi. Bîçâreyim, suskunum; mühürlü ferman gibi... Okunmayı bekliyorum, bilinmeyeni bekliyorum. Bu muammâ bir gün öldürecek beni... Çöz beni Derviş, tek tek seslendir harflerimi.... Gazabımla kararan mürekkep azâbımla damladı sayfalara... Kara kara akan ter bahtımın rengine müsâvî... Âsî âsî akan terim benden daha cesaretli... Suskunum, yorgunum, durgunum, vurgunum... Başkaldıracak başım, başına dökecek yaşım kalmadı. Susuyorum. Darağacına sükûta gark olmuş bütün isyanlarımı asıyorum Derviş..

Alnımdaki çiğsime azabımdan sızan ter .Bu suskun başkaldırış isyandan daha beter.

Bir zindanın duvarlarına çarparken suskunluğum, parmaklarım üşüşürken başıma... En köşeye, kûşe-i uzlete çekilirken bedenim bir vav gibi... Senden himmet ve yine senden medet bekledim ey Derviş... Bu zindan, bir mezar çukuru gibi kazılırken beynime... Yusuf’un kuyusuna düşen bir rüyânın huzurunu istedim. Bedenimde milyonlarca hücrenin özgürlüğüne inat, ben tek bir hücrede hapsolmak ve seni bulmak istedim. Demir parmaklıkla örülmüş hücreme ışık düşür, güneşi güldür gölgeme... Saklı kaldım bu sandıkta yasaklı sözler gibi... “Ene’l Hakk”a koşan yasaklı bir söz gibi, gir lügatime ve ipe çek bütün bildiklerimi... İlmimi ipe çek, ellerim aşk kokmuyorsa... Dağıt pamuk gibi heveslerimi, bir Hallaç da mı yok yurdunda?...

Hücreme ışık düşür, zindanıma kapı aç .Beni bir sen anlarsın, ipe çekilen Hallaç!

Aç artık gözlerimi... Körlüğüme nokta koy ve köz köz yeniden yak yüreğimi... Öyle bir alev ki, kıskandırsın ayı, yıldızları, güneşi ve bütün gezegeni... Âhımla yükselen figânım, günahımla yükselen efganım öldürecek beni... Çığlığım yüreğime sığmıyor Derviş... Kapında diz çöktüm, yüzüme yaprak yaprak düşen güzü, hüsnümün hüzne dönüşen yüzünü bir tek sen bilirsin Derviş...

Yeter artık bu çığlık yüreğime sığmıyor .Yalvarırım hüznümü şerre değil, hayra yor.

SENEM GEZEROĞLU (alıntıdır)

Hiç yorum yok: