5 Mayıs 2010 Çarşamba

MEVLANA



Haydi… Sen simdi ” su olduğunu” düşün ve kendini ” su gibi ” hisset… Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı… Su gibi yaşam kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu anımsa… Ama yine su gibi ” küçük bir bardağın içine” sığdır ki kendini girebilmeyi öğren insanların damarlarına. Yaşam ver… vazgeçilmez ol!. (Mevlana)

alıntı...



Vardım Aşkın mutfağına, elime geçti demlik tenhamda, aldım içine Seni koydum yüreğimle Sevgili, Aşkın Ateş Ocağına attım Hasretinle yaktım altını, yandım ebedi, bekledim başında gah umutsuz, gah elemle, gah zamanlarım oldu muhabbetli Senli benli, sonra uzandım bardaklara, uzandım Sana, elime Sen geldin, aldım içlerinde bir tek Seni, doldurdum içine Sevgili; yüreğimi, aşkımı, hasaretimi, sevgimi... yani Seni doldurdum içine Ey Nazlı Sevgili. şimdi sundum demli çayımı Asil Yürekli; buyur iç içebildiğin kadar, doya doya, diz dize Ey Güzel Sevgili.

4 Mayıs 2010 Salı

...

Kalbim,bir etten organ sadece.... Kalbim yüreğim olur Sen gelince...'y.erdogan'.

Bağda binlerce ay yüzlü güzeller var. Güller ve misk kokulu menekşeler var."Oysa benim için senden başkası yok...(Hz. Mevlânâ)

Ey Dost… Ey dost! Sana gelmek yaşama sevincidir. Hatta bir yaşama biçimidir. Sana geldiğimde donanmış, onanmış olurum. Dosta gelmek bir irfan mektebine ermek, bir irfan meclisine girmek demektir, bilirim. Hayâtı yeniden, bir daha ve her an yorumlamaya seninle başlarım. Her şey yeniden ve tâze bir anlam kazanmaya başlar sâyende.

Ey dost! Kentin o süflî, abûs çehresinden soyutlanarak sana gelirim. Maddî olan şeylerin kıymeti arttıkça dostluklarının ve dostlarının değeri tükenen şehir insanından kaçarak sana yönelirim. Çünkü ben kendimi, yani seni dahası sendeki beni aramak için gelirim.

Ey dost! "Herkesin kişisel bir menkıbesi vardır." derler. Benim menkıbemin başlangıcı da sonu da sendedir. Sen hep bana; "Odunların doğrusunu taşımayı" ögütlersin. Çünkü senin kapından eğri odun giremez. Kişisel menkıbemi ararken; rehberim, kılavuzum sen olursun hep.

Ey dost! Ummâna kavuşmak için ırmaklar nasıl mecrâlarını seçerse, ben de gönlümdeki ummâna giden yol olarak seni seçerim. Sana hep sâde ve susuz gelmek isterim. Gönlümün derinliklerine dalmanı, bütün yaralarımı sarmanı ve hasta rûhumu onarmanı beklerim.

Ey dost! Ben sana dostça seslenen bir âşık gibi gelirim... O dostuna diyordu ki: "Leylâ değilim dost, lâkin çöle çağırırsan gelirim. Sana "yalan" halde gelmem, toplarım özümü "yalın halde gelirim. Kapıyı çaldığımda "kim o" dersen, "sensin efendim" derim. Ben olmam kapında, "sen" olur gelirim. Sen "gel" de yeter ki, yola yük olmam, "yol" olur gelirim."

Ey dost! Senin huzûrunda ne gam ne keder nede dünyevî meşgaleler var. Çünkü sen her an O(c.c.)'nunlasın. Senin seyrin O(c.c.)'ndan O(c.c.)'na ve O(c.c.)'nunladır. Sende dâimâ O(c.c.)'nu hatırlatan bir şeyler var. Senin yanında birden başka bir âleme girmiş gibi olurum. Âlemim değişir .Dünyam kaybolur. Dahası ben kaybolurum. Bu yüzden hâlimi arz etmem imkânsızlaşır. Fuzûlîce sızlanırım hep: "Arz-ı hâl etmeye cânâ seni tenhâ bulamam Seni tenhâ bulicak kendim aslâ bulamam"

Ey dost! Hangi vakit yanında bulunsam hep aynı hislerle dolarım! Benim aradığım dünya işte bu dünyadır, bu âlem benim rüyâlarımın süsüdür.Ben hep bu hasret ile yanarım. Bütün sorularımın cevâbı sendedir. Ben hep bu ânı özlerim. Belki de beni bu hayata bağlayan çok az sebepten birisi; sen gibi hakîkî bir dostla buluşmaktır. Bir Allah dostunun söylediği gibi: "Beni bu dünyada tutan üç şey var. Allah için sevdiğim dostlarim, Namaz, Ve seherlerde kalkıp yaptığım gece ibâdetleri."

Ey dost! Senin yanında doktorun odasındaki hasta gibiyim. Heyecan, korku, sürûr; hepsi bir arada. Hem iyileşmek istiyorum, hem korkuyorum. Hem sana koşmak, hem de senden kaçmak istiyorum. Senin şefkat yüklü yüreğinde ısınmak, acıtan reçetelerinle tedâvî olmak istiyorum. Kimi zaman senden hiç ayrılmamak kimi zaman da hiç karşılaşmamayı diliyorum. Ne garip değil mi?

Ey dost! O kadar yakınımdasin ki; beni sen sanırım. Sana o kadar yakınım ki; seni kendim sanırım. Bağışla şaşkınlığımı. Bu hâlime anlam vermekte oldukça zorlanıyorum. Âşık bir gönlün serzenişini andırıyor benimkisi: "Bana öyle yakınsın ki Seni ben sandım Sana öyle yakınım ki Beni sen sandım Sen mi bensin?Ben mi senim?

Ey dost! Ancak seni görünce yüzüm gülüyor. Senin lâtif varlığın ve gönül çalan güzelliğin karşısında çâresizim. Bakışların bana mutluluk veriyor, kabıma sığmaz bir hâle bürünüyorum. Senin sevdâ ateşin öylesine yakıcı, öylesine derinden ki, bunu anlatmaya ne gücüm var ne de tahammülüm. Seni anlatmak âteşten kelimeler toplamak, bir yangına körükle gitmek gibidir biliyorum.

Ey dost! Derdimi kimseye dökemiyorum. Bu hâlimden dolayı beni kınıyorlar. Aldırış ettiğimi sanma. Sadece üzülüyorum. Anlaşılmak gibi bir derdim de yok. Her gün onlarca yüzle karşılaşıyorum. Ne var ki o yüzler bana tanıdık gelmiyor. Hep seni arıyorum. "Bağda binlerce ay yüzlü güzeller var. Güller ve misk kokulu menekşeler var."(Hz. Mevlânâ) Oysa benim için senden başkası yok.

Ey dost! "Sana âşık olduğum için bana öğüt veriyorlar. Öğüt bana ne yarar verir? Zehirli su içmişim. Bana şekerin ne yararı olabilir? Benim için ayağını bağlayın diyorlar. Oysa deli olan gönüldür. Ayağımın bağlanmasının ne faydası var?" (Hz. Mevlânâ) Züleyhâ'yı kınayanlar Yûsuf(a.s.)'un güzelliği karşısında ne yaptılar? Onların yarası "El Yâresi" idi. Ya bu "Dîl Yâresi"ne ne demeli!

Ey dost! Sözü uzun tuttuğum için beni bağışla! Senin yâdından başka , gönlümü neye bağlarsam, ona tövbe olsun. Seni zikretmeksizin, seni anmaksızın, nerede oturursam tövbeler olsun. Sen bana yine kuş dili ile konuş. Beni aşkınla deli dîvâne kıl. Sûretinden ve dahası sîretinden mahrum etme. Bu gönül senin evindir.

Sevgili!..


Kapına geldik;aşkı öğret bize;ve aşkını ver yüreklerimize. Bir nihânîce gamzene gamzede âşıkların adına... Hani uykuya dalınca kenti, ve yalnız başına kalınca kendi... Hani yalnız gecelerde konuşmadan kalınca dilleri, ve hâl üzre gönüller anlar olunca bütün dilleri... Vicdan sesinden bîzâr kürek mahkumlarınca, hani âşıkların hasreti özlemle karınca... Hani gurbetin ucunda gönlüme gömen de seni, hani senigurbet gurbet gönlüme gömende... Güneş ve ay nurunu aşkından alırken; güneşin ışığı aya vurur gibi âşığı aydınlatırken... Gel ey Sevgili bir huzmecik bahş eyle âsî ve aciz üftadene, ve umut ver peykin olmaya teşnekem zerrene. Aşkları unutan bendene aşkını unutturma!.. Her şey sen olsun şu dünyada ve olmasın sen olmayan dünya da...(Kırk Güzeller Çeşmesi)



İşin özü ve özeti şu: Ecel geldiğinde
terk edecek ne kadar az şey var ise “lebbeyk!”
diyerek ölüme o derece çok kucak açılabilir. O halde varlığınız
çoğaldığı oranda onu hayır yolunda azaltınız ki yolculuklarınız kolay
olsun!.. Çokluğun derdi elbet çok olur; yokluk kapısında nefis de yok
olur.

Yunus ne güzel söylemiş: ...
Bunca varlık var iken
gitmez gönül darlığı.
İskender Pala (Varlık-Yokluk isimli yazısından..)

ETME

"Bir sabah olan oldu, Şems yoktu... Celalettin dostunun gidişiyle adeta yıkıldı... Büyük ıstıraplar içinde dosta onlarca beyit, şiir ve rubayi yazdı. İlahi aşkının ilk kıvılcımını başlatan biricik dostu Şems artık yoktu. Büyük acı, üzüntü ve keder vardı... " Biricik dostu Şems, Mevlana ve Konya'yı terk edip Şam'a göçe karar verince, Mevlana "Etme" diye yakarır ona...

yılmaz erdoğan etme | izlesene.com